30 Kasım 2009

Kuru Meyveli Kek

HARİKA BİR TATİL SONRASI....

Prensesin sınavları, sunumları, benim son güne, son saate kadar süren bölüm toplantılarım, masamda imzalanmayı bekleyen evraklar, raporlar, fonda da herkesin korkulu rüyası H1N1 virüsü...
Bayram tatilim bu koşuşturmanın, kafamdaki bu soruların sonunda başlamıştı.
Ben ilk defa kendime söz vermiştim. Mutlaka, ama mutlaka bir günü kendime ayırıp dinleneceğim ve istediğimi yapacağım..

Aslında dört günün tümünü çok keyifli, hiç bir şeyi düşünmeden, sadece o anı yaşayarak geçirdim.. Harika bir dağ köyünde, orman içinde muhteşem bir sonbahar manzarası eşliğinde yaptığımız gezi, sonrasında Ege mutfağının eşsiz lezzetlerini yediğimiz bir akşam yemeği, bir sonraki gün bir akraba toplantısında görüştüğümüz, çocukluğumuzun birlikte geçtiği, birlikte bisiklete binip, saklambaç oynadığımız kuzenlerle yapılan sohbetler, eski anılar, liseden, üniversiteden uzun süredir görüşmediğim arkadaşlarımdan aldığım bayram mesajları..
Ve bugün son gün...
Tarçınlı, karanfilli, zencefilli çayım, çok sevdiğim kekim, her sayfası birbirinden güzel sözlerin, hayat derslerinin olduğu Robin Sharma'nın Koza Kelebeği Bilmez kitabı ve çok sevdiğim ama uzun süredir dinlemediğim Sezen'in Yürüyorum Düş Bahçelerinde CD'si...

Belki de ilk defa bir tatil sonrası dinlenmiş olarak keyifli bir haftaya başlıyorum...

KURU MEYVELİ KEK


Bu tarifi Lezzet Dergisinin Kurabiyeler&Kekler ilavesinden almıştım. Adı Havuçlu ve Portakallı Kek ti. İlk kez tarife göre denediğimde evde beğenilmedi:)

- Üzümsüz, cevizsiz kek olur muymuş?

- Kek dediğin içinde bol ceviz olmalıymış:)

- Hamur mu yenirmiş:)


Eleştiriler böyle sıralanınca ben de tarifi bizim damak zevkimize göre değiştirdim. Tarif oldu Kuru Yemişli Kek...

Bence de böylesi hem çok lezzetli, hem de çok daha besleyici ....


Gereken Malzemeler
* 2 havuç
* 1 portakal kabuğu rendesi
* 3 su bardağı un
* 3 yumurta
* 1,5 su bardağı toz şeker
* 1 su bardağı sıvıyağ
* 1 su bardağı süt
* 1 paket kabartma tozu
* yarım su bardağı iri dövülmüş ceviz
* yarım su bardağı kuru üzüm
* 5-6 kuru incir
* 5-6 kuru kayısı
*1 çay bardağı tuzsuz bütün iç antep fıstığı
*1 paket kabartma tozu
* üzerine kabuksuz yer fıstığı

Yapılışı:
  • Havuçları rendenin iri tarafı ile rendeleyin.
  • Büyük bir kabın içinde rendelenmiş portakal kabuğu, havuç, ceviz, kuru üzüm, küçük parçalara kesilmiş kayısı, incir ve antep fıstıklarını karıştırın.
  • Şeker ve yumurtaları başka bir kapta iyice çırpın. Yağı ve sütü ilave edip çırpmaya devam edin. Unu ve kabartma tozunu da ilave edip bir kaç dakika daha çırpın. Üzerine önceden hazırladığınız kuru yemişli karışımı koyup tahta kaşıkla karıştırın.
  • Hazırlanan koyu kıvamlı bu kek hamurunu yağlanmış iki ayrı dikdörtgen baton kalıba dökün.Üzerine fıstıkları yerleştirin.
  • 170 derece ısıtılmış fırında önce üzeri kızarıncaya kadar, üzeri kızardıktan sonra üst kısmının yanmaması için folye kapatarak içi, kürdan temiz çıkıncaya kadar pişirin.
  • Soğuduktan sonra dilimleyin.







25 Kasım 2009

Dalyan (Rulo) Köfte

Dalyan köfteyi ne zaman yapsam veya bu tarifi ne zaman görsem hep aklıma üniversite yıllarım gelir. Üniversiteye yeni başladığımız, yeni veya liseden eski arkadaşlarımızla gidilen üniversite yemekhanesini...
Bu köfteyi ilk orada yemiştim. İçinde yumurta, havuç, bezelye tümü var mıydı ? Hatırlamıyorum. Galiba içinde sadece havuç ve bezelye vardı, yanında da patates püresi...

Ama o zaman yediğimizin tadı bambaşkaydı , dün evde yerken fark ettim ve zamanın bize sormadan nasıl hızla akıp geçtiğini de ....

Kalpler vardır sevgiyi yaşatmak için, insanlar vardır dostluğu paylaşmak için, bayramlar vardır sevgi ile kucaklaşmak için bayramınız kutlu olsun.
Gereken Malzemeler
* 750 gr yağsız dana kıyması
* 1 yumurta
* 2 dilim bayat ekmek içi
* 2 adet haşlanmış yumurta
* 2 adet haşlanmış havuç
* 1 çay bardağı kadar haşlanmış bezelye
* 1 adet kuru soğan
* 3-4 diş sarımsak
* biraz maydanoz ( miktarı size kalmış)
* karabiber, kimyon, istenirse yarım paket köfte baharatı



Yapılışı:

  • Soğanı rendeleyip iyice suyunu sıkarak çıkarın.
  • Sarımsakları da rendenin ince tarafı ile rendeleyin.
  • Kıymanın içine soğan suyu, sarımsak, ufalanmış ekmek içi, bir yumurta, kıyılmış maydanoz ve baharatlarıda ilave ederek özleşene kadar yoğurun.
  • Bir tepsinin içine streç filmi yayın. Köfte hamurunu dikdörtgen şekilde elinizle yayarak açın. Ortasına dörde bölünmüş haşlanmış yumurtaları, havucu ve bezelyeleri yerleştirin.
  • Streç filmin ucundan tutarak rulo şeklinde sarın. Açık olan iki ucu elinizle kapatarak yaklaşık 30 dakika buzdolabında dinlendirin.
  • Fırına koyarken streç filmi çıkarın. Üzerine pişerken kurumaması için yağ sürün.
  • Ben sulandırdığım bir kaşık salçalı karışımıda sürüyorum görünüşü ve tadı daha hoş oluyor.
  • 180 derece fırında yaklaşık bir saat pişirin.
  • Üzeri pişince altını da çevirip pişirirseniz her iki tarafta çok güzel kızarmış oluyor.




22 Kasım 2009

Fırında Patates

Aslında bu yemeğin adını kolay patates koymalıydım:) Fırında patates denilince sanki fırında etli, üzeri kızarmış patates yemeği gibi düşünülebilir. Benim, vaktimin çok az olduğu- dün olduğu gibi- eve gelince hemen hazırlayabildiğim, bazen yemek yanına, bazen de ara sıcak olarak yaptığım pratik tariflerimden biri....

Gereken Malzemeler( 3-4 kişilik)
* 2 orta boy patates
* 2 adet havuç
* 1 çay bardağı krema (istenirse)
* yarım su bardağı tulum peyniri rendesi
* dereotu
* tuz, karabiber, kırmızı biber
*1 yemek kaşığı sıvı yağ
Yapılışı:
*Havuç ve patatesleri yıkayıp, kabuklarını soyup haşlayın.
*Isıya dayanıklı bir cam kaba haşlanmış dilimlenmiş patates ve havuçları yerleştirin
*Tuzunu, karabiberini ekleyip, üzerine bir kaç dal kıyılmış dereotu serpin.
*Bir çay bardağı kremayı patateslerin üzerine eşit dağılacak şekilde dökün, yağını ilave edin.
* Rendelenmiş peyniri de yerleştirdikten sonra kırmızıbiberle süsleyebilirsiniz.
175 derece ısıtılmış fırında peynirler eriyinceye kadar kadar pişirin.

Tulum peyniri yerine kaşar peyniri de kullanabilirsiniz.
Patates ve havucun tadını kapatmasın, fazla ön plana çıkmasın diye peynir rendesini yarım su bardağı ile sınırlı tuttum. İsteğinize göre bu miktarı arttırabilirsiniz.
Krema ilavesi daha yoğun bir kıvam veriyor...




18 Kasım 2009

Elmalı Üzümlü Turta


Tarif defterimi karıştırırken elime geçti, çok uzun zamandır yapmamıştım. Bu tarifi keşfetmem perişan kurabiye den kısa bir süre sonraya rastlıyor. Yani mutfakta acemi olduğum döneme..Keşfettiğim zaman çok hoşuma gitmişti. Perişan kurabiye gibi, hatta ondan daha basit. Tepsiye dök, pişir...Üstelik yağsız olduğu içinde hafif. Tek zahmeti elmaları soyup, dilimlemek:)) "O kadar da olsun artık baklava, börek açmıyorum " diye düşünmüştüm. Şimdi yaptıklarıma bakınca acemilik zamanıma gülüyorum.

Hayat işte , insanlara her gün bir şeyler öğretiyor.....

Gereken Malzemeler
* 3-4 orta boy elma
* yarım su bardağı kırılmış ceviz ( isterseniz 1 bardak koyabilirsiniz)
* yarım su bardağı kuru üzüm
* 3 yumurta
* 1 su bardağı un
* 1 su bardağı şeker
* 1 paket kabartma tozu
* 1 paket vanilya
* 1 çay kaşığı tarçın

Hazırlanışı:

* Elmaların kabuklarını soyup dilim dilim( dilimler 0.5 cm den kalın olmasın) katı yağ ile yağlanmış kare borcama yerleştirin. Üzerine cevizleri serpin.
* Cevizlerden sonra üzümleride yaklaşık eşit olacak şekilde cevizlerin üzerine dağıtın tarçını yavaşça serpin.
* Başka bir kapta yumurtaları şekeri ve vanilyayı mikserle çırpın.
* Unu, kabartma tozunu ilave edip çırpmaya devam edin.
*Hazırladığınız koyu kıvamdaki hamuru dilimlenmiş elma, üzüm, ceviz karışımının üzerine dökün.
* Hamur koyu olduğu için bir spatula yardımıyla tepsiye dağıtın.
* 170 derece önceden ısıtılmış fırında kek kürdan ucuna yapışmayıncaya kadar pişirin.
* Kek ılındıktan sonra dilimleyip, ters çevirerek servis tabağına alın.

Elmaları önceden dilimlemiştik. Kararmaması için limon suyunda bekletmeye gerek olmuyor. Çünkü hamur çok çabuk hazırlandığı gibi, üzerine serptiğimiz ceviz ve üzümlerden de elmalar kararmıyor.
Tepsiyi yağlarken sıvı yağ kullandığınız zaman kek hamurunu döktüğünüzde, hamur daha yoğun olduğundan sıvı yağ yüzeye çıkıp kekin kenarlarını daha kıtır hale getiriyor.

15 Kasım 2009

Konya Gezisi

RUHANİ BİR YOLCULUK
Nihayet gerçekleşti…
Günlerdir planladığımız, tarihi konusunda en sonunda fikir birliğine vardığımız, Konya turumuzu nihayet geçtiğimiz hafta- her dakikası birbirinden güzel ve keyifli- gerçekleştirdik.
Cuma akşamı yola çıkıp, neredeyse sabahın ilk ışıklarına kadar uyumadığımız – özellikle benim ve Esma’nın muhabbetlerinden- yolculuğumuzda ilk maceramız Konya’nın merkezindeki otelimizi, tüm teknolojik imkanlara rağmen bir saatte bulamamak oldu.
Sabırlı şoförümüzün biz yedi bayanın tüm yardımlarına rağmen ısrarla sora sora Bağdat bulunur misali her köşe başında birilerine sorarak, yerimizi bulmak için direnmesi ve sürekli aynı çemberde bir saat boyunca dolaşmamız, Konya turumuzun çok maceralı ama bir o kadar da gülerek geçireceğimizin ilk işaretleriydi . Ve gerçekten de öyle oldu….
Bizi gezi boyunca bilgilendiren rehberimizi bulduktan sonra nihayet otelimize ulaştık. Otelimiz Mevlana ile Tebriz-i Şems'in ilk karşılaştıkları yer Merec-el Bahreyn deydi. Ruhani yolculuğumuz böyle başladı. Eşyalarımızı bıraktıktan sonra ilk durağımız Sille oldu…

Gezilerden dönüşte “ yediğiniz, içtiğiniz sizin olsun bize gezdiklerinizi, gördüklerinizi anlatın “derler ama ben sizlerle gezdiklerimiz, gördüklerimiz ile yediklerimizi, içtiklerimizi de paylaşmak istiyorum .

İlk durağımız Sille demiştim. Uzun bir gece yolculuğundan sonra sabah biraz enerji toplamak için kahvaltı molası vermemiz gerekiyordu. İşte bu ilk dakikalarda Konya’ daki gezimiz aynı zamanda lezzet turumuz başladı.
Sille’ de 1653 yılında yapılmış bir Rum evine sabah kahvaltısına gittik. İkinci kattaki gelin odası, damat odası, seymen odası gibi antika eşyalarla donatılmış odalar, alt katta ise genişçe bir salon ve açık mutfak olarak kullanılan içinde fırın bulunan çok hoş bir mekanla karşılaştık. Bizim için hazırlanmış kahvaltılıklarda herkesin çok severek yediği domatesli sarımsaklı biber , patates böreği, dolma, patates salatası, menemen, küflü çökelek, değişik peynirler, reçeller, yöresel yumurta akı ve şekerle yapılmış krema kıvamında bir tatlı ve yeşillikler………Kahvaltı yaparken de masamıza gelen sucuklu omlet....
Sucukla arası iyi olmayan ben bile omletten bayağı fazla miktarda atıştırmışım….. Kahvaltı sonrası içilen kahvelerde fallar bakıldı, geçmişler, gelecekler söylendi. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim biz iki blogcu arkadaş için tüm arkadaşlar seferber oldu:)) Masaya gelen her yemeğin önce ben ve Esma (http://vakitbuldukca.blogspot.com/ )tarafından değişik açılardan üstten, yandan... fotoğrafları çekildi, sonra yemek başladı…. Bu kural gezi boyunca her yemek masasında uygulandı. Sevgili arkadaşlarımıza bu sabırları için çok teşekkür ediyoruz:))
Ve Sille sokaklarında gezmeye başladık. Önce bir mum atölyesini gezdik, mumların nasıl yapıldığını gördük. Sonra tarihi Aya Eleni kilisesine gittik. Ancak restorasyon çalışmaları nedeniyle kilise kapalıydı.

Konya turumuzun ikinci durağı Mevlana Türbesiydi. Burada Ruhani Turumuz başladı. Rehberimizin verdiği bilgilerle Türbeyi gezdik. Elif Şafak’ın Aşk ve Ahmet Ümit’in Bab-ı Esrar kitabında yazılanları belki de bu türbe içinde hafızamızda canlandırdık…

Yine gel, yine gel, her ne olursan ol yine gel
İster kafir, ateşe tapan, putperest ol yine gel
Bizim bu dergahımız ümitsizlik dergahı değildir
Yüz defa tövbeni bozmuş olsan da yine gel

Sırada öğle yemeği molası yani Konya’daki ikinci lezzet durağımız, Konak Konya Mutfağı . Yine çok hoş eski bir yapının ikinci katında bize ayrılan kısımda oturduk…
Önce çorbalar geldi. Konya'ya gideceğimizi duyan dostlarımızın ısrarla“denemeden gelmeyin” dediği Bamya Çorbası . Hafif ekşili, içinde kurutulmuş küçük çiçek bamyalar ile kuzu eti parçaları olan nefis bir çorba…. Diğeri denemek için ucundan tattığımız Arabaşı. Biraz ezogelin, biraz domates çorbasına benzeyen, tavuk eti, salça ve un ile hazırlanmış değişik bir çorba…

Ara sıcak olarak gelen, kuyruk yağı ile pişirilmiş etli yaprak sarma ve kıymalı su böreği Ege Mutfağının hafifliğine, zeytinyağının cazibesine alışmış bizler için biraz fazla değişikti…


Yanında soğanla tandır kebabı, tirit ve köz patlıcan üzerinde kuzu şiş (sebzeli közleme)




birbirinden leziz ana yemeklerimiz....

Sırada tatlılar… İşte burada hepimiz koptuk, tatlıların cazibesine kapıldık . Konya’ya özgü Höşmerim..
Aslında bu tatlı Balıkesir yöresinin Höşmerim tatlısına hiç benzemeyen un helvası gibi fakat kaymakla pişirilmiş …

Diğeri ise saçarası…yine kaymaklı, şuruplu bir tatlı… İkisi de çok nefis ve lezizdi…
Bu kadar yemekten, aldığımız kalorilerden sonra, bizde küçük bir Konya turu yaptık, sevdiklerimize Konya’dan hatıra minik hediyeler aldık….

Konya’ya gelip Mevlana ‘yı ziyaret edip Şems-i Tebrizi unutmak olur mu ? O büyük aşk unutulur mu? Şems-i Tebrizi camisini de ziyaret ettik. Mevlana Türbesi ile kıyaslandığında son derece mütevazi bir camii ile karşılaştık. Belki de Şems'e yakışan da buydu…Burada Mevlana 'nın bir sözü aklıma geldi:

Gökyüzünden daha güzel bir kubbe mi olur?

Akşam yemeğine kadar dinlenmek üzere otelimize geldik. Buraya kadar gelmişken, bu kadar dost insanla birlikteyken otel odasında dinlenmek yerine, otelin lobisinde akşam yolculuktan kalan sohbetlerimize, Sevgili Semra’nın Reiki öğretisi ile ilgili hoş sohbetlerine devam ettik…
Sabah yaptığımız nefis kahvaltı, öğle yediğimiz Konya lezzetlerinden sonra hepimizin ortak fikri akşam yemeğini çok hafif, salata ile geçiştirmek ve sonrada Mevlana Kültür merkezine, Sema gösterisine gitmekti…..Ama ne yazık ki az yemek konusu lafta kaldı. Akşam yemeğinde salata, yayla çorbası, tavuklu pilav, fırında sütlaç ve bu arada hepimizin çok beğendiği biber turşusundan ( şu an bile resimlerden alıp yemek isteyeceğiniz kadar iştah açıcı) oluşan menüyü silip süpürdük:))

Bu kadar çok yemekten sonra biz bayanlara sıkı bir yürüyüş lazım..

Biz de öyle yaptık . Mevlana Kültür merkezine usta maratoncuları aratmayacak bir yürüyüş temposuyla gittik:)) Hala aklıma geldikçe gülüyorum:))

Ve Sema gösterisi……..”Geldiğimize değdi, yorulduk ama iyi ki geldik, ruhumuz dinlendi” dediğimiz ruhani bir gösteri…….

Ya sonrası, otel lobisinde ne yazık ki fotoğraflarını çekmeye akıl edemediğimiz Selçuk Çayı (ıhlamur, tarçın, meyankökü, zencefil ve karanfil karışımından yapılmış) eşliğinde sohbetlerimiz…..
Konya turumuzun ikinci ve son günü gezimiz önce Karatay çini eserler müzesi ile başladı, İnce Minare Müzesi ve Alaaddin Camisi…….. Birbirinden güzel Anadolu Selçuklu eserleri...

Konya ‘ya gelip meşhur etli ekmeğini yemeden gidilir mi?

İncecik, kıtır kıtır hamurun üzerinde kıyma ..... Ne yalan söyleyeyim bana biraz kıyması az geldi...
Gezimizin son durağı Meram …..Evliya Çelebi seyahatnamesinde ;
Peçevi şehrinin baruthane Mesiresi, Kırım’ın Sudak bağı, İstanbul’un yüzyetmişbeşten fazla bahçe ve gülistanları, Tebriz’in Şah-ı Cihan Bağı , Konya’nın Meram mesiresinin yanında bir çemenzar bile değildir der.

Burada içtiğimiz, herkese ayrı cezvelerde gelen köpüklü kahveler …….
Ve dönüş yolunda Mevlana ‘dan harika sözler.......

Ne olurdu, seninle tatlılaşsaydım; yaşayış zaten acı.
Ne olurdu, sen razı olsaydın benden de, herkes kızsaydı bana.
Ne olurdu, seninle aram düzgün olsaydı da, bütün alemlerle aram açılsaydı,
dünya yıkılıp yansaydı.
Sen beni sevdikten sonra malın mülkün değeri mi olur?
Zaten toprak üstünde ne varsa hepsi de toprak olacaktır.
Alem O'nunla kaimdir ve O'nsuz olan hiçbir şey yoktur.
O'nun rızası, rahmeti, bereketi ve tecellisi olmayan hiçbir şeyin değeri yoktur....

Herşeyi iki günlüğüne de olsa arkamızda bırakarak yaptığımız bu yolculuk hepimizin ruhuna da, bedenine de çok iyi geldi...
Dostluklarımızı pekiştirdik,yeni iki can dost Semra ve Neşe'yi tanıdık...







11 Kasım 2009

Kremalı Mantar Soslu Spagetti

Uzun süredir spagetti yapmamıştım. Hiç mantar sevmeyen prensesim geçen gün okuldan gelince öğle yemeğinde yemekteki mantarlardan biraz yediğini söyleyince spagettinin sosuna bu defa mantar koymayı düşündüm. Hem prenses çok severek yedi, hem de bizim için değişik bir sos oldu...
Gereken Malzemeler
* Yarım paket spagetti
* 1 kutu mantar konservesi
* 1 adet soğan
* 1 çay bardağı krema
* 2 tatlı kaşığı kuru fesleğen
* zeytinyağı
Spagettiyi tuzlu ve bir çay kaşığı ucuyla koyduğunuz yağlı suda istediğiniz kararda 9-10 dakika haşlayın. Biz dişe yapışmayan, hamurlaşmamış kıvamda seviyoruz. Spagetti haşlanırken diğer tarafta yemeklik doğranmış soğanları az yağda hafifçe kavurup üzerine sudan geçirilmiş ince doğranmış mantarları da ilave ederek mantarlar pişinceye kadar kavurmaya devam edin. Mantarlar pişince 1 çay bardağı kremayı ve fesleğenleri mantarların içine karıştırın.
Pişen makarnayı süzün. İsterseniz parlak olması için sudan geçirin. İçindeki vitaminlerin kaybolmaması için ben sudan geçirmiyorum. Çok az yağ ilavesi ile ateşte bir iki kez çevirin.
Servis tabağına aldığınız spagettilerin üzerine kremalı mantar sosunu koyarak servis edin.

Hemen yemeyecekseniz sosu ve spagettiyi ayrı ayrı saklayıp servis yapacağınız zaman ısıtın.



5 Kasım 2009

Dondurma Muhallebisi


Kışın bu soğuk havada dondurmalı tatlı olur mu? demeyin. Aslında ismi böyle, içinde dondurma yok... Ama yenildiği zaman ağızda sanki sakızlı bir dondurma tadı bırakıyor. Yapımı da çok kolay, çok pratik ..Tek zorluğu mikserle çırpması:)
Mutfakla arası benim kadar iyi olmayan kardeşimin favori tarifi...Aslında hakkını vermek lazım bu tarifi benden iyi yapıyor.....

Gereken Malzemeler:
* 1 kg süt
* 3-4 yemek kaşığı un
* 1,5 su bardağı şeker
* yemek kaşığı ucu ile tereyağı
* istenirse yarım limon kabuğu rendesi veya damla sakızı


Hazırlanışı:
Tereyağı hariç bütün malzemeleri un ve şeker eriyinceye kadar karıştırın.Sonra muhallebi gibi göz göz oluncaya kadar pişirin.
Tereyağını ilave edin. Ocaktan aldıktan sonra 5 dakika mikserle çırpın. Ne  kadar çok çırparsanız daha gözenekli bir kıvamı oluyor.
Üzerini istediğiniz malzemelerle süsleyin...

2 Kasım 2009

Havuçlu Bulgur Pilavı

Bir kaç gündür kızımın hastalığından mı , ödevlerinin çokluğunun verdiği yorgunluktan mı, kendi işlerimin yoğunluğundan mı, hafta sonu bayanlarla çıkacağımız Konya Turunun telaşından mı - bu satırları okuyan Sevgili Esmanın(vakitbuldukca) ne söyleyeceğini biliyorum- :

- Minecim biz daha Konya Turunu düşünemiyoruz bu haftayı sağ salim perişan olmadan atlatalım :)))

ya da Canım Annemin deyişiyle gönül yorgunluğundan mı bilemiyorum tarifler, resimler çoğaldığı halde elim bir şey yazmaya gitmiyordu. Akşam üzeri arayan bir arkadaşım imdadıma yetişti. Bana yoğurtlu sebze çorbası tarifi öncesinde yazdığım hikayeyi çok beğendiğini, başka hikayeler olup olmadığını sordu. Aklıma hemen birkaç ay önce mail kutuma gözleri gibi gönlüde güzel Deryacığımdan gelen kuyumcu hikayesi geldi. Biraz uzun ama, herkesin kıyısından köşesinden kendine pay çıkarabileceği bir hikaye.....

Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip: "Oğlum" der, "Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir. Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve "Şunu kaça alırsınız?" diye sorar. Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra: "Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın" der. İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar. "Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?" diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. "Buna kaç lira istiyorsun?" Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?" "Ne istiyorsan veririm." Öğrenci, "Hayır veremem." diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar: "Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim." Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker. Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.Bilge sorar: "Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?" Öğrenci: "Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık" diye cevap verir. Bilge hoca çok kısa cevap verir:"Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir."

Bu güzel hikayeden sonra sıra havuçlu bulgur pilavı tarifimizde. Benim özellikle bulgurun pirinç pilavından daha az kalorili, daha fazla lifli ve B vitamini yönünden çok zengin olduğunu öğrendiğimden beri çok sık yaptığım bir pilav..
Kendi ağız tadınıza uygun baharat veya sebzelerle de zenginleştirebilirsiniz...

Gereken Malzemeler (4 kişilik)
* 1 su bardağı iri pilavlık bulgur
* 1 yemek kaşığı domates salçası ( veya 1 adet domates)
* 2 adet havuç
* 1 adet soğan
* 3-4 sivri biber
* yarım çay bardağı zeytinyağı
* 1 tatlı kaşığı kuru nane
* 1,5 su bardağı su
Soğanı yemeklik doğrayıp yağda hafifçe pembeleştiriyorum. Üzerine rendelenmiş havuçları, halka doğranmış biberleri de ilave edip biraz daha pişiriyorum. Salçasınıda ilave ettikten sonra birkaç kez karıştırıp 1, 5 bardak suyu koyup kaynamasını bekliyorum. Kaynayan suyun içine yıkayıp suyunu süzdüğüm bulguru koyup tuzunu ve baharatını da ilave edip tencerenin önce kapağını kapatarak kaynamasını bekliyorum. Pilav kaynamaya başlayınca ocağı kısıp, tencere kapağını hafifçe aralayıp bir miktar suyun çekmesini sağlıyorum. Sonra kapağı tekrar kapatıp bulgur suyunu çekinceye kadar pişiriyorum. Ocağı kapatınca tencere kapağının altına kağıt havlu koyarak 5- 10 dakika demlenmesini sağlıyorum. Bu şekilde pişirince pilav tane tane oluyor....

theme design by GeCe